Hoşgeldin
  İmam Hüseyin Çok Mert ve Cömertti
 
Ceddi Hz. Muhammed'in (s.a.a) büyük vasıfları Hz. Ali'yle Hz. Fâtıma'nın (a.s) eğitim ve terbiyesi Hz. Hüseyin'de (a.s) toplanmış ve onu mertlik, yiğitlik, fedakarlık, cömertlik, fazilet ve erdemin timsali kılmıştı.
İmam Hüseyin (a.s) de ceddi Hz. Resulullah (s.a.a), babası Ali'yyul Murtaza ve annesi Sıddıkâ-i Kübrâ Fâtımâ-ı Zehrâ selamullah aleyhâ gibi eşsiz bir insan, inanılmaz bir kişilikti...
... Üsame'yle, İmam Hüseyin'in (a.s) hiçbir dostluğu yoktu, arası da hiç iyi değildi İmamla. Kendisini İmam Hüseyin'den (a.s) üstün görür, "ben, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) oğulluğu şehid Zeyd'in evladıyım!" diyerek övünürdü, "Hz. Resulullah (s.a.a) çok genç olduğum halde Ebubekir, Ömer ve Osman'ın her üçünü de benim komutama vermiştir!" diyerek herkese büyüklük taslardı.
Üsame, İmam Hüseyin'le (a.s) kendisini aynı kefeye koymakta, "ben de onun gibi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) torunuyum, onun benden farklı tarafı nedir? demekteydi.
Hüseyin, Ali'nin (a.s) oğluysa, o da Zeyd'in oğluydu!
Hüseyin mücahidlerin imamı olmuşsa o da İslam ordularının komutanı olmuştu!
Ve Üsame de birçokları gibi kendisini Peygamber'in Ehl-i Beyt'iyle bir, hatta onlardan daha üstün görme hatasına düşmüş, nefsinin enaniyetine kapılıvermişti.
Bir gün Üsame'nin hastalanıp yatağa düştüğünü haber verdiler İmam Hüseyn'e. İmam, hemen kalkıp onun ziyaretine gitti. Üsame, ağır bir borcun altına girmişti, İmamı gördüğünde "bu borcumu ödeyemeden ölmek istemezdim" deyince İmam (a.s) borcunun miktarını sordu, Üsame "Altmışbin dirhem!" dedi. İmam "İçin rahat olsun" buyurdu, "Sen ölmeden bu borcunu ödemeyi ben taahhüt ediyorum!" Ve İmam, verdiği sözü tutarak Üsame'nin bütün borçlarını onun adına ödedi ve Üsame'yi borçlu ölmekten kurtardı.

İşte burada İmam Hüseyin'in (a.s) yolu, iddiacı inkılabçı komutanlardan da ayrılıyordu. Bu olayın da verdiği ipuçları dikkate alındığında, İmam Hüseyin'de devrimci geçinen beşerî ekollerin öncülerinde görülmeyen çok özel bir haslet ve meleke olduğu görülür: İster Lenin, Mao, Allende, Che Guevera vb. gibi sol olsun, ister Franco, Abdulkerim Reyfi, Enver Paşa, Atatürk, Abdulkadir Cezayiri vb. gibi sağ eğilimli devrim ve inkılap isimleri olsun, o hazretle kıyaslanabilmeleri bile mümkün değildir. İmam Hüseyin Üsame olayında çok farklı bir ahlak ve erdem örneği sergilemekte ve hem dostuna, hem düşmanına iyilikte bulunmaktadır. Salt inkılap ve devrim adamı olarak bilinenlerse dostlarına karşı sevecen, düşmanlarına karşıysa acımasız ve serttirler.
Hz. Hüseyin'in (a.s) yolu "cihad"ve "mücahede" yoludur, devrimcilik yolu değil...

-*-
Bir bedevi Arap Medine'ye gelip şehrin en cömert insanının kim olduğunu sordu "Hüseyin bin Ali"dediler.
Bedevi, İmam Hüseyin'i (a.s) camide buldu, namaz kılmakla meşguldü. Bedevi, İmam'ın namazını bitirmesini bekledi, selam verir vermez derdini anlatıp "Size bel bağlayan pişman olmazmış dediler" diye ekledi.

İmam (a.s) kalkıp evinin yolunu tuttu, bedevi de onu izlemedeydi. İmam evine ulaştığında bedevi kapıda durmuş, İmam içeri girmişti. Çok kısa bir süre sonra İmam, içinde dört bin dinar sarılı bir bohçayla geri dönüp onu bedeviye verdi ve eğer az olursa onu affetmesini istedi! Bedevi neye uğradığını şaşırmıştı, bohçayı alıp "Böylesine mert bir insanın günün birinde toprağın bağrına gitmesi yazık olmaz mı?" diyerek şu mealde bir şiir okudu: "Mertlik ölür mü hiç? Cömertlik toprağın altında kalır mı? İnsanlığını toprağa gömebilmek mümkün müdür insanın? Mertlik güneşe benzer, geceleri gündüze çevirip insanların yolunu aydınlatır."

-*-
İmam Hüseyin (a.s) şehid düştükten sonra onu toprağa vermeye gelenler sırtında koyu nasırlar gördüler, İmam Seccad "Babam geceleri sırtında yoksullarla yetimlere yiyecek taşırdı" dedi, "Ceddimiz Emir'el Müminin Ali'den (a.s) Ehl-i Beyt imamlarına intikal eden hasletlerden biridir bu!"
Bu noktada da mücahidle inkılapçının yolları ayrılmaktadır: Mücahid yoksula ve fakire zaman ayırıp onlarla uğraşır, yardım eder, devrimciyse yoksullara yardım etmediği gibi "bu yardım yoksulların sosyal patlamasını ve devrim fitilinin ateşlenmesini önler" diyerek böyle bir yardımda bulunmak isteyenlere de engel olur.
Mücahid, hem bireyin saadetini ister, hem toplumun.
Devrimciyse "Birey topluma feda edilmelidir" der.
Sahi, bireyler topluma feda edildiğinde toplum kalır mı ortada?

-*-
Bir gün İmam Hüseyin (a.s) sokaktan geçerken kuru ekmek yiyen birkaç yoksul gördü; selam verdi. Onlar Hazret'in selamını alıp sofralarına buyur ettiler. İmam neşeyle onların sofrasına oturup "Yediğiniz şey sadaka olmasaydı ben de sizinle yerdim" buyurdu, "Ama biz Ehl-i Beyt'e sadaka haram edilmiştir." Sonra da onları evine davet etti, hep birlikte İmam'ın (a.s) evine gittiler. İmam, evde ne varsa sofraya getirilmesini buyurdu, onları bizzat ağırladı, karınlarını iyice doyurup her birine yeni giyecek ve bir miktar da para verdi.
İmam Hüseyin'den (a.s) şu rivayet aktarılır:
Ceddim Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu bilirim: Namazdan sonra en iyi amel, günah olmaması şartıyla bir mümini hoşnut edip onu sevindirmektir. Bir gün, bir köpekle yemek yiyen bir köle gördüm, nedenini sorduğumda "Ey Allah Resulü'nün oğlu" dedi, "Çok kederliyim, bu hayvancağızı hoşnut edersem Rabbimin de beni hoşnut edeceğini ummaktayım! Benim efendim olan zat bir yahudidir, ondan ayrılabileceğim anın arzusuyla yaşıyorum ben!"
Kölenin bu sözü üzerine İmam Hüseyin (a.s) onun efendisine gidip ikiyüz dinar vererek bu köleyi satın almak istediğini söyledi. Onun, İslam Peygamberinin evladı olduğunu gören adamcağız "O köle sizin kademinize feda olsun" dedi, "Sizi hoşnut edecekse şu bağı da ona bağışlıyor, ikiyüz dinarınızı da size iade ediyorum!" İmam "Ben de bunu size bağışlıyorum" buyurdu, Yahudi bu bağışı kabul ettiğini ve onu kölesine bağışladığını söyledi, İmam "Ben de köleyi azad ediyor ve bu malları olduğu gibi ona bağışlıyorum" buyurdu.
Bu sahneye şahid olan ve olayı ilgiyle izleyen ev sahibinin zevcesi hemen kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu, "Bu iyiliklere karşılık ben de mihirimi kocama bağışlıyorum" dedi. Bunu duyan Yahudi, "Ben de İslam dinini kabul ettim" diyerek Müslüman oldu ve evini hanımına bağışladı.
Bütün bunlar İmam Hüseyin'in (a.s) hayırsever bir adımıyla bir günde olup bitivermişti: Bir köle azad olmuş, bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacı giderilmiş, iki kafir Müslüman olmuş, bir karı-koca arasındaki sevgi bağı güçlenmiş, samimiyet doğmuş ve niceden beridir kocasına sadık bir eş olan emektar bir kadın, bir evin maliki oluvermişti!...

Amr bin Âs'ın oğlu Abdullah'ın sahabenin zahidlerinden olduğu söylenir. Rivayete göre Bir gün İmam Hüseyin'le (a.s) karşılaşan Abdullah, orada bulunanlara dönerek "Göklerde, yeryüzü ehli arasında en sevilen insanı görmek isteyenler buna baksınlar!" dedi ve esefle ekledi: "Ama ben, Sıffin olaylarından sonra onunla hiç konuşamadım artık!"
Onun bu sözünü duyan sahabeden biri (Ebu Said) Abdullah'ın elinden tutup onu İmam Hüseyin'in (a.s) yanına götürdü. İmam "Sen" dedi, "Benim, yeryüzünün gök ehli arasında en sevileni olduğumu bile bile Sıffin'de bana ve babama karşı kılıç çekip bizimle savaştın... Şunu bilmeni isterim: Allah'a yemin ederim ki babam benden daha üstündü!"
Abdullah ne diyeceğini bilemiyordu "Babam öyle emretti, ben de ona itaat ettim" dedi, "Babamıza itaat etmemizi bizzat peygamber emretmedi mi bize?"
İmam Hüseyin (a.s) bakışlarını Abdullah'a dikerek "Ama" buyurdu, "Kur'an-ı Kerim'de de "Eğer sizi kafir etmek isterlerse anne babanızı dinlemeyin" buyruluyor!".. Kaldı ki bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) "Günah konusunda kimseye itaat edilemez!" buyurduğunu da duymuşsundur. bu durumda Allah'ın kullarını razı etmek için O'nun günah ve haram kıldığı şeyleri yapabilir mi bir Müslüman?"
Bir gün İmam Hüseyin'in (a.s) kapısını çalan bir Arap, paraya ihtiyacı olduğunu vePeygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'inden (a.s) yardım istemeye geldiğini söyledi.
Kısa bir sohbetten sonra onun edebiyatçı ve yazar olduğunu öğrenen İmam "Babam Ali'den her insanın değerinin yaptığı iyi işlerle ölçülmesi gerektiğini duydum" buyurarak şöyle dedi:
- Ceddim Resulullah da (s.a.a) "İnsanlara, bilgileri ve liyakatleri miktarınca iyilik ediniz buyurmuştur. Binaenaleyh ben de üç soru soracağım sana; üçünü de bilirsen, şimdi elime ulaşan şu altın akçe dolu keseyi vereceğim sana! Eğer ikisini bilirsen 2/3'ünü, birini bilirsen 1/3'ünü vereceğim!
Adamcağız hem mahcup olmuş, hem afallamıştı. Boynunu büküp:
- İlmin kaynağı sizsiniz! dedi. Ama eğer gerekli görüyorsanız sorun. Allah dilerse cevaplamaya çalışırım!
İmam tebessüm ederek sordu.
- En iyi amel nedir?
- İman!
- İnsanı mahvolmaktan ne kurtarır?
- Allah'a güvenmek.
- İnsanın süsü-güzelliği nedir?
- Sabırla iç içe olan ilim.
- Ya olmazsa?
- Cömertlikle iç içe bir servet ve zenginlik.
- Ya olmazsa?
- Direnç e tahammülle iç içe bir fakirlik.
- Ya o da olmazsa?
- O zaman bir yıldırımın tepesine düşüp onu oracıkta yakıp kül etmesi yaşamasından daha iyidir!
İmam Hüseyin (a.s) gülümseyerek elindeki altın akçe dolu keseyi ona verdi, bir de yüzük hediye etti ona. Kesede bin altın vardı, yüzüğün değeri 200 gümüş akçe ediyordu. Bedevi, hiç beklemediği bunca ihsan karşısında bir an afalladı, kendine geldiğinde ilk sözü "Allah, risaletini kime vereceğini daha iyi bilir!" oldu.
İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi İmam Hasan'a (a.s) fevkalade saygı gösterir, onunla asla tartışmaz, onun her dediğini uygulardı. İkisinin de hayatta olduğu dönemlerde bu iki Ehl-i beyt imamı arasında bir kez olsun anlammazlığa şahid olmadı kimse, iki kardeş, bir kez olsun kırılmadı yekdiğerine! İmam Hasan'ın (a.s) yaptığı İmam Hüseyin'in (a.s) kabulüydü, İmam Hüseyin'in yaptığı da İmam Hasan'ın!
Ehl-i Beyt çiçeklerinden İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi Hz. Hasan'ı pek sever, pek sayardı; ona zerrece muhalefeti olmazdı. Bir gün İmam Hasan'ı (a.s) ziyarete gittiğinde bir kadının o Hazret'e ağlayarak bir şeyler anlattığını, İmam Hasan'ın da (a.s) başını yere eğip ağlayarak onu dinlemekte olduğunu gördü. İmam Hüseyin de orada durup ağlamaya başladı. Kadın oradan ayrıldıktan sonra iki kardeş de ayrılıp evlerine gittiler ve İmam Hüseyin'in (a.s) ağabeyine olan saygı ve terbiyesi bu ağlamanın nedenini sormasına engel olmuştu!
Bir gün İmam Hasan'la (a.s) sohbet ederlerken, İmam "Hüseyin" dedi, "dün rüyamda Yusuf peygamberi gördüm, onu kutlayarak Züleyha'nın ısrarları karşısında gösterdiği sabır, mertlik ve direncini övdüm." Bunun üzerine Hz. Yusuf "Ya Hasan" dedi, "Sen de o gün o kadının isteğini reddettin ve benim yaptığımın aynını sen de yaptın" dedi.
İmam Hüseyin (a.s) bir süre önce gördüğü o şaşırtıcı olayı hatırladı. Şimdi her şeyi anlamıştı. O evli olduğu halde kadın Hz. İmam Hasan'a (a.s) ilgi duyduğunu söylemiş, İmam'ın (a.s) onu reddetmesi üzerine ısrarda bulunmuş, onun ısrarı İmam'ın Allah korkusuyla ağlamasına neden olmuştu.
İmam'ın ağladığını gören kadıncağız da bu ısrarlı teklifinden dolayı pişmanlık duyup ağlamaya başlamıştı!..
O yıl İmam Hüseyin'le (a.s) ağabeyi İmam Hasan (a.s) yaya olarak Mekke'ye doğru yola
çıkmışlardı.
Yaya olarak haccetmeyi ahdetmiş, nezirde bulunmuşlardı.
Yolda onlarla karşılaşan Müslümanlar da bineklerinden iniyor, yaya olarak onlara katılıyorlardı.
Yaya olarak bunca yolu kat edemeyecek olanlar da vardı.
Hz. İmam Hasan'dan (a.s) bir bineğe binmesini rica ettiler. İmam (a.s) "Biz yaya olarak hacca gitmeyi nezrettik" buyurdu "Bineğe binemeyiz. Birazdan yolumuzu ayırıp başka yoldan gideceğiz, dileyen bineğine binebilir o zaman."
İmam Hasan'la İmam Hüseyin arasında benzeri görülmemiş bir saygı ve sevgi hakimdi. Düşünce ve fikirleri bunca aynı, davranış ve amelleri bunca uyumlu iki kardeşe rastlamak hemen hemen imkansız gibidir. İmam Hasan (a.s) Muaviye'yle barış anlaşmasını imzaladığında İmam Hüseyin (a.s) de bu anlaşmayı onaylamıştır. İmam Hasan gibi İmam Hüseyin de (a.s) Muaciye'ye biat etmemiştir. İki kardeş her zaman elele, her zaman yürek yüreğe durmuş, sözleri bir, tepkileri bir olmuştur.
İmam Hasan (a.s) şehid olduğunda Iraklılar İmam Hüseyn'e mektup yazıp Muaviye'ye karşı kıyam etmesi halinde kendisini destekleyeceklerini bildirdiler. İmam Hüseyin (a.s) bu teklifi reddederek "Benimle Muaviye arasında imzalanmış bir anlaşma var" dedi, "Muaviye hayatta olduğu sürece benim ahdime sadık olduğumu göreceksiniz!"
Evet, bu anlaşma, aslında İmam Hasan'la (a.s) Muaviye arasında imzalanan anlaşmaydı, ve İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi İmam Hasan'ın (a.s) verdiği sözü, bizzat kendisinin verdiği bir söz olarak kabul etmişti!
Ve o, verdiği sözü çiğnemeyecek, kabullendiği bir ahdi bozmayacak kadar büyüktü...
Üsam bin Mustalak şöyle anlatır:
Medine'ye gittiğimde Hüseyin bin Ali'yi (a.s) gördüm. Onun yakışıklı, alımlı, nurlu ve heybetli yaradılışı kıskançlık duygularımı kabarttı, öteden beri ona karşı düşmanlık besliyordum, biz Şamlılar arasında Ali bin ebu Talib'i küçümseyici maksatla kullanılan isimlerin en ünlüsü "Toprakoğlu toprak" veya "Toprağın babası" anlamına gelen "Ebâ Turab"dı. Onu küçümsemek için "Sen Eba Turab'ın mı oğlusun?" diye sordum. Hiç rahatsız olmadan "Evet" dedi, bunun üzerine ağzıma geleni söyleyip hakarete başladım, o sessizce dinliyordu. Benim hakaret ve küfürlerim tamamlanınca başını kaldırıp bana baktı. Aman Allah'ım! Ne bakıştı o öyle?! Ben ona küfretmiştim ve o, sevgi dolu bakışlarıyla âdeta öpüp okşuyordu beni, "Sıkma canını" dedi şefkat dolu bir sesle, "Allah Teala her ikimizi de affetsin diyelim! Bu şehirde yabancısın galiba, bana misafir olursan pek memnun olurum, garip bir Müslümanı ağırlamaktan şeref duyaım. Bir isteğin, bir dileğin varsa söyle, elimden geleni yaparın inşaallah!"

Hayret ve mahçubiyetten donakalmıştım; o hemen anlamıştı bunu "Sana darılmadım" dedi, "Senin hiçbir suçun yok! Allah Teala seni affetti bile inşaallah, merhametlilerin en merhametlisidir O!"

Benim sustuğumu görünce "Şamlı mısın?" diye sordu, "Evet" dedim.

"Şam'da Muaviye'nin propagandaları seni bu hale getirmiş" dedi, "Asıl suçlu başkasıdır, sen değil! Söyle kardeşim, senin için yapabileceğim bir şey var mı?"

O sırada yer yarılsa da beni yutsaydı keşke... Ölmeyi nasıl da arzuladım o sırada. Onun bakışlarıyla karşılaşmamak için hemen oradan uzaklaştım. O günden sonra benim nezdimde Hüseyin'le babası Ali'den daha değerli kimse olmadı."
Evet, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin beşinci nuru olan Hz. Hüseyin'dir bu... Dünyadaki hangi inkılapçıda, hangi devrimcide böyle bir ruh vardır sahi? Devrimci, kendisine hakaret edene şahin gibi saldırır. Halbuki İmam Hüseyin (a.s) kendisine yapılan hakarete sevgiyle karşılık ermekte, saldırgana buseler kondurmaktadır!
İmam Hasan-ı Müçteba hazretlerinin (a.s) huzuruna varan bir Müslüman kendisinin fakir olduğunu söyleyerek yardım istemişti. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurdu:
- Yardım isteyen insan şu üç halde birinde olur; ya ağır bir borç altındadır, ya zilletli bir yoksulluğa düşmüştür, ya da zilletli bir diyetin altındadır. Senin durumun nasıl?
- Ben de bu üçünden birine müptelayım efendim!
İmam Hasan (a.s) yüz altın akçe vererek onun gönlünü aldı. Oradan ayrılan Arap, doğru Hz. Hüseyin'in (a.s) yanına gidip yardım isteğini tekrarladı. İmam Hasan'dan aldığı cevabın aynısını İmam Hüseyin'den almıştı! İmam "Ağabeyim sana ne kadar verdi?" diye sordu, Arap, yüz altın aldığını söyleyince İmam Hüseyin ona 99 altın bağışladı... Çünkü ağabeyi Hasan'dan öne geçmek istememişti Hüseyin!..
Her iki kardeş de mertlik ve yiğitlikte birbirine denk, insanlara yardım ve şefkatte yekdiğeriyle tıpatıp aynıydı... Yoksulun elinden tutar, fakiri doyurur, çıplağı giydirir, kimseye öfkeyle davranmazlardı. İnsan yetiştiren bir okuldu her ikisi de... Ameli ve emeli insaniyet timsaliydi her ikisinin de! Kötülüğe ve kabalığa iyilikle ve incelikle karşılık veren bu büyük insanlar, iyilik ve inceliğe, nezaket ve terbiyeye nasıl karşılık veriyordu acaba?
İmam Hüseyin'in (a.s) evinde hizmetçilik yapan bir cariye bir gün bir demet gül verdi İmam'a. İmam Hüseyin (a.s) gülü alıp "Seni azâd ettim" buyurdu. Bu sırada orada bulunan Enes "Bir demet gül verdi diye onu azad mı ettiniz?" diye hayretle sorunca "Bu" buyurdu, "Allah Tealâ'nın bize verdiği bir terbiyedir, Rabbimiz bizi böyle eğitip yetiştirmiştir ey Enes, biz, yapılan her iyiliğe, daha iyisiyle karşılık veririz, onun takdim ettiği hediyeden daha güzel olan tek şey, onun hürriyetiydi!"
Hüseynî okulda iyiliğin karşılığı "daha güzel bir iyilik"tir!
Evet, insanlık okulu budur işte!
Hümanizm türküleri söyleyenler; Hüseynî okulla tanıştıklarında susarlar.
Susar ve saygıyla eğilirler yerlere kadar...
Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin okulunda iyiliğe daha güzel bir iyilikle karşılık vermeyenler insan sayılamazlar ve iyiliğe kötülükle karşılık verenlerse çakaldan daha aşağılık bilinirler...
Nâfi Erzef, hâriciler güruhunun reisiydi. İmam Ali'yi (a.s) kafir bilen ve o hazrete düşmanlık besleyen bir güruhun reisi olarak Bir gün Hz. İmam Hüseyin'e (a.s) gidip "Allah'ı bana anlat hele!" dedi kaba bir tavırla. İmam Hüseyin (a.s)
- Allah'ı gözle göremezsin! buyurdu ve ekledi: O'nu yarattığıyla kıyaslayamazsın! O, herkese yakındır, ama madde değildir; herkesle birliktedir, ama bir cisim gibi kimseye yapışık değildir. Pek üstün ve yüce bir mevkidedir O, ama kimseden uzak değildir. Birdir ve tektir, bölüşmez, ayrışmaz. Ayetleri, O'nu tanıtmaktadırlar. Ayetleri O'nun nişaneleri, O'nun alâmetleridir. O'ndan başka ilah yoktur, Yüce mi yücedir O; her nevi eksik ve kusurdan münezzehtir.
Nafe "Ne de güzel konuştun!" deyince İmam "Duydum ki" buyurdu, "Beni , babamı ve ağabeyimi kafir bilirmişsin?.."
Nafe "Evet, öyle düşünüyordum" dedi, "Ama siz, İslam önderleri, hak imamlar ve dinin yol gösteren kılavuzları ve parlak yıldızlarısınız!"
Bir gün İmam Hüseyin'in (a.s) Kâ'be'nin yanında Allah'a şöyle yakarmakta olduğunu gördüler:

" Ya Rabbi! Sen nimetlerini tamamladın bana, ben şükrünü hakkıyla yerine getiremedim ve sen bu yüzden nimetlerini almadın benden. Hastalığa yakalandığımda sabır ve tahammül göstermedim, ama sen hastalığımın sürmesine dayanamadın, Sencileyin kerem sahibinden, kerem ve lütuftan başka şey görülmez elbet!"
 
  Bugün 17579 ziyaretçi (32952 klik) kişi burdaydı! Powered By [DNZ] YİHAAAwww.ehlibeyt6258.tr.gg

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol